Hayatın akışı içinde kendine yer bulmak mı, hayatın akışını düzenlemek mi, hayatı kendi istediği akışına kavuşturmak mı, hayatın akışını eleştirel gözle izleyip tespitler yapmak mı? Gazeteci bu soruları kendine sorar, kendi doğrusunu bulur ve ona göre mesleğini icra eder. Toplum sonra ona bir ad koyar, cevval, yandaş, yalaka...
Basın kavramı içinde kişiyi temsil eden gazeteci tarihin her döneminde yaptığı haberlerle, başlattığı değişimlerle, topluma verdiği mesajla, topluma, sisteme kattığı değerle hep gizli kalmış bir kahraman olmuştur. Zor dönemlerde, aldığı eğitimin, topluma karşı olan sorumluluğunu yerine getirerek görevini icra etmiş, hakikatin temsilcisi olmuştur.
Çalışma şartları ne kadar zor olsa da, onu doğruları yazmaktan, söylemekten, açığa çıkartmaktan alıkoymaya çalışan tüm engellere rağmen görevini yapabilen gazeteci yaptığından zarar da görse bunu yapabilmelidir. Aslında belki de gazetecinin gerçek tanımı bu.
Başta yazdığım sorular tarihin değişik dönemlerinde basının dört kuramı çerçevesinde gelişmiş, sonrasında eklenen yeni sorular (kuramlar) ile bu günkü durumunu almıştır. Gazeteciliğin tarihi gelişimini, gazeteci ve basının tarihsel olaylardaki etki ve gücünü bilmeyenlerin elbette gazeteciyi anlaması mümkün değildir. Bu yüzden gazetecinin en önemli vasıflarından biri toplumun bilinç düzeyini artıracak, bilgi ve fikir yüklü doğru haberleri yapmak olmalıdır.
Peki gazeteci şimdi ne durumda? Toplumun belli kesimleri ve hatta bazı kurumlarca suçlansa da gazeteci değişik güç odaklarının etkisinde. Belki Jül Sezar'ın (Gaius Julius Caesar ) Acta Diurna'larından beri süren bu etki, gazetecilere görevini, asıl görevini yerine getirmesine engel olduğu en zor dönemlerini yaşatıyor.
Sosyo-ekonomik şartların mesleği icra etmesinde etkin faktör olduğu şu dönemde ince eleyip sık dokuyan, sorumluluğu ile kaleminin mürekkebi arasında sıkışmış olan gazetecinin durumunu çoğu kesim bilse de bilmezden gelir. İşten atıldığında 'kim bilir ne yapmaştır' deyiveren bu kesimler aslında görevini yapmaktan dolaylı yollarla alıkoyulan gazetecinin seçeneği kalmadığını düşünemez bile. Hele günde bir lira vermeyi zul gören, gazeteci eleştirmenleri var ya, onlara diyecek söz bulamıyorum. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışı, aslında devlet olarak görülen tüm içi doldurulan soyut kavramlar için geçerli değil mi?
Tirajları her geçen gün azalan, bitme noktasına doğru hızla ilerleyen gazeteler için okuyucu, 'bu gazetelerin varlığı benim doğru haber almam için şart' diyebiliyor ve gereğini yapıyor mu? Okuyucunun önce samimi olarak buna cevap araması lazım. Sırf okumadan kaçtığı, kolayı seçip görsel ve algı yönetimiyle verilen haberlere daldığı için niçin gazeteleri ve gazeteciyi suçlarsınız ki? Gazetecilik tarihin her döneminde şöyle veya böyle hayatını idame ettirirken, sermaye guruplarının yaşam savaşı veren ilkeli basını ve gazetecileri iç etmesine kim izin veriyor? Bu sorular, 10 ocak çalışan gazeteciler gününde çalışan tüm gazetecilerin gününü kutlamadan önce cevaplanmalı. Cevaplanmalı ki kutlamada samimi olduğumuzdan kendimiz de emin olalım.
Devlet , kurumlar ve toplum yazılı, işitsel, görsel medyayı yaşattığı sürece toplumun her kesiminde hayat , bilgi, sorumluluk, görev bilinci, idealler, paylaşılabilir ve yaşatılabilir.
Tüm zorluklarına rağmen Gazetecilik mesleğinin gereğini yapmaya çalışan, her kademedeki gazeteci arkadaşlarımın 10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ'nü kutluyorum. Çok daha güzel günlerde görev yapabilmek ümit ve dileğiyle, işlerinizde kolaylıklar diliyorum.
Süleyman Kollu / GHA/ AGB/ gundemakhisar